Böyle Gitmemeliydin

Böyle Gitmemeliydin…

Her sabah aydınlığa düşmez, bilirsin.
Düşlerimize sarılıp uyandığımız sabahlar da var, kör kütük sarhoşluğumuzda zıbardığımız sabahlar da.
Sislere uyandığımız sabahlarda ağlarız daha çok. Yolunu bulamayan bir çocuk gibi hisseder insan kendini.
Evden çıkmadan, yola düşmeden, bir korku kaplar içimizi. Oysa çıkmamak da var işin içinde, yola düşmemek de.
Ne çare, yola düşmekten başka seçeneği olmuyor bazen insanın. Beynimiz, genlerimiz öyle kodlanıyor; kalkacaksın ve yola çıkacaksın.
Havası puslu da olsa, güneşli de.

Çaresizlikleri bilirim.
Koskocaman kent kalabalıkları arasında yalnız kalmaları da. Benim dünyamın gerçekleri seninkilerle aynı değil. Senin dünyamın kentleri daha çok kasaba yalnızlıkları çoğaltır insana.
Gitmeler kasabalı.
Kalmalar kasabalı.
Durmaları bilmemek de öyle!
Bir köy yosması hafifliğindeki konuşmaların ne anlattığını çözmek için beynimin zorlandığı günleri anımsıyorum. Gerçeklerle bir oyuncak gibi oynayanların, yaşama dil çıkarmalarından sonra içine düştükleri o en rezil, o en sefil günleri de.
Elimin yettiğince yardım etmek isterdim ama, çarelerimin onlara ulaşamayacakları kadar uzaklarına düştüler hep.
Fazla değil ama, bir gün arayla.
Dün neredeydiler, ertesi gün nerede ?

Böyle zamanlardaydı gitme özlemi büyüttüğün günlerin.
Böyle, çarelerimin sana ulaşamayacağı zamanlarda. Gitmelere nereden başlayacağının hesabını yapmadığın belli.
Aynı, sislere uyandığımız sabahlar gibi. Aynı, pusulasız, aynı, her şeyi kendi akışına bırakarak.
Aynı, ineceğin durağın ne olduğunu bilmeden.
Böyle gitmemeliydin oysa.
Çarelerimin sana ulaşamaması beni huzursuz ediyor. Yüreğin, gelen ilk otobüse binmek için yola çıkmış zaten.
Zaten çaresizliğimi çoğaltan da bu ya.
Bu ya, zamansız yola koyulmalarının sana da, bana da açtığı yaralar. Bu gitmenin dönüşüne umut beslemediğimi biliyorsun.
Beslenen yalnızca acılar. Yalnız değil elbet, her ikisi de birbirini besliyor; acılar çaresizlikleri, çaresizlikler de acıları.

Yine de böyle gitmemeliydin…

Ertan KARAÇAY